25 Temmuz 2011 Pazartesi

Hayatın Tadı: Özgürlük

Yolu olmayan ormanlarda mutluluk vardır.
Yalnız yürünen deniz kıyısında sevinç.
Topluluklar vardır kimsenin zorla girmediği derin denizlerde, sesinde de müzik.
insanı az seviyorum diyemem,
ama doğayı daha fazla... (Lord Byron)

           Bazı filmler, diğer izlediklerinizden daha etkileyicidir ve onlar hayatınızın önemli bir yerindedir. İnto the Wild, şahsen bu tarz filmler arasındadır. Orijinal çevirisi, ''Doğa'ya'' olan film Türkiye'de 2007 yılında sinemalarda ''Özgürlük Asfaltı'' ya da ''Özgürlük Yolu'' olarak gösterildi. Gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanan bu film, üniversiteden yeni mezun olan Christopher Mccandless'ın ailesini, arkadaşlarını, parayı, ona göre soyut olan bu dünyayı bırakıp, hayatın anlamını aramak için çıktığı yolculuğu anlatır.
          19. yüzyılda Sanayi İnkilabı ile birlikte hayatımıza giren ''modernizm'' insanlara özgürlük vadetmişti aslında. İnsanı millet, ırk, ekonomi, din, toplum gibi baskılardan kurtararak onları özgür kılmak bu yeni dünyanın amaçlarından biriydi. Ama, yaşadığımız çağ da bunun gerçekleştiğini söylememiz bir hayli zor gibi görünüyor. Geldiğimiz noktada çağ bizi belli araçları kullanarak aslında esir almaktadır. Sadece araçlar değişti. Bugün neredeyse insanlığın büyük bir kesimi modern dünyanın esareti altındadır. İletişim araçları, teknoloji, kariyer, cinsellik, kişisel gelişim, para gibi materyaller ya da olgular insanı esir etmektedir bugün. Nihayetinde, insanlık mutsuzdur, hiçbir zaman mutlu olmayı beceremez. Çünkü, gayet soyut bir dünyada yaşıyoruz. Çevremizdekilerin farkında değiliz. İnsanlığın geçirdiği tecrübelerden, türümüzün yeteneklerinden, yaşam koşullarından habersiziz. Gerçek mutluluğa ulaşmak, hayatın tadını çıkarabilmek için bizi esir eden şeylerden sıyrılmamız yeterli gibi görünüyor. Hayatın gerçek anlamına ancak o zaman ulaşabiliriz.
          Film tam da bunu yansıtıyor aslında. Chris, üniversiteden mezun olduktan sonra, 2 yıl kadar sürecek seyahatine çıkar. Birikmiş parasını (24.000 dolar) hayır kurumuna bağışladıktan sonra kimseye haber vermeden evi terk eder. Chris, bundan sonra hayatını yeniden dönemlendirirr. Bu ise onun doğumudur. Yeni bir hayata, gerçek bir hayata doğuş aslında. İsmini Alexander Süpertramp olarak değiştirir. Kimliği yoktur. İşte macerası başlamıştır. Birçok yer gezer. Küçüklükten beri girmeye korktuğu suya karşı koyar ve azgın dalgalara atar kendini. Sonra çöllerden geçer. Kano ile nehirleri aşar. Güney Amerika'da ziraat ile uğraşır. Bütün bunlar aslında insanlığın deneyimleridir. Zaten Alexander filmin bir sahnesinde '' İnsan ruhunun temelini deneyimlerinden edindiği şeyler oluşturur.'' diyerek bu hakikate vurgu yapmıştır. Alex gerçek hayatın farkına varmak ister. Onun bir amacı vardır Alaska'ya, vahşi doğanın kalbine atmaktır kendini. Bunun için de türlü maceralardan geçer. Hayatının ikinci dönemi ''ergenlik''tir. Üçüncü dönemi ''insanlık'' ve dördüncü dönemi ''aile''dir. Alex, aşık olmuştur. Ama, ayrılık da beraberinde gelmiştir. Ve Alex yine yollardadır. Alaska onu bekler.
         Peki, Chris bunu neden yapıyor. Modernizm esaretinden sıyrılıp gerçek hayata ulaşmak, onun tek amacı. Onu bu eyleme çeken bazı etkenler de var tabi ki. Bunların en önemlilerinden biri de ''aile''dir. Filmde sık sık aile yapısı üzerinde vurgu yapıldığını görmekteyiz. Modern aile yapısının aslında ne kadar da sağlıksız olduğunu görüyoruz. Chris'in kardeşi onun neden evini terk edip, bilinmez bir seyahate çıkmasının gerekçesi olarak, ''soyut dünya, ailesinin korumacı tavrı ve para'' yı  gösterir. Gerçekten de bunlar, kişinin gerçek hayat ile ilişksini kesen şeylerdir. Ve Chris bütün bunları bir kenara bırakarak herşeyden bağımsız oarak yola koyulur. Babası modern bir bireyin sözcüsü olarak bu seyahati ''hayatın askıya alınması'' olarak yorumlar. Halbuki, gerçek hayata ulaşmaktan başka bir şey değildir Chris'in yaptığı...
         Aslında bu tarz yolculuklar, terk edişler, insanın kendi içine çekilişleri çok fazlacadır. Buna sanatın hemen her dalında rastlıyoruz. Bu durum, 20. yüzyılın önenmli konularından biri olmuştur. Albert Camus'nun Yabancı romanı, 50'lilerden sonra Beat Kuşağı'nın kurucularından Jack Kerouac'un Yolda'sı, Paulo Coelho'nun Simyacı'sı hep terkedişlerin, yola çıkmanın ya da kendi içine çekilişin aktarıldığı önemli edebi eserlerdir. Cast Away(Yeni Hayat) filmi de modern bir bireyin hiç de alışkın olmadığı bir yaşamın içinde hayatta kalma tecrübesini anlatır. Bu tarz onlarca, yüzlerce hikaye vardır. Chris'in yolculuğu ise doğanın kalbinedir. Doğada kendini bulmak ister. Yavaş yavaş, hissede hissede yaşamak ister. İnsanlığın temeline, deneyimlerine, yaşantılarının ayrıntılarına inmek ister Chris. Ve, o özgür olmak ister. Özgürlüğün dünyadaki en güzel şey olduğunu bilir. Hayatın tadının ancak özgürleşerek elde edileceğini bilir. Çabası, bunadır. Hatta, hayatı budur...

'' 2 yıl boyunca bu topraklarda yaşayacak. Telefon yok, havuz yok, beslediğim bir hayvan yok, sigara yok. Sonsuz özgürlük...ben uçlardayım...Evi yollar olan, estetik düşkünü bir gezginim...'' Christopher Mccandless

İtiraf: Beni çok etkileyen bir film olarak bu filmin kahramanı Chris'in yaptklarını gerçekten ben de yapabilir miyim? Buna çok samimi bir cevap: Kesinlikle Hayır. Esaretten kurtulamayacağım herhalde...Acaba esaretin de bir tadı var mıdır?


Not: Filmin soundtrackları gerçekten harikadır. Dinlemeniz tavsiye olunur...

24 Temmuz 2011 Pazar

...İstanbul Sahafları

        

         Eski kitaplar bir tutkudur. Eski kitabın macerası, formu, içeriği, tasarımı sizi kendine çeker. Daha farklı bir lezzeti vardır bu kitapların kimi okurlarca. Bir kitap için dahi günlerce, haftalarca ve hatta aylarca gezmesi, araştırması bu tutkunun bir gereğidir. Sahaf tutkununun işte bu arayışına, tutkusuna yanıt verebilecek mekanlar var mı gerçekten. Osmanlı’dan kalan bir gelenek olan sahaflık, bugün asli işlevinde olmasa da devam etmektedir. Özellikle İstanbul eski kitapları rahatlıkla temin edebileceğimiz şehirlerimizdendir.
        Konu sahaflar ve kitaplar olunca hiç şüphesiz İstanbul ayrı bir yer alacaktır ki bugünkü Beyazıt Sahaflar Çarşısı bu ayrıcalıklı konumun merkezini oluşturur. Buralarda çok eski zamanlardan beri ilmi faaliyetlerin yaşandığını, kitapların konuşulduğunu, sadece kitapların değil hattatların nakşeylediği yazıların ve hat malzemelerinin de bulunduğunu bilmekteyiz. Ancak birçok sahaf ve kitap dostunun da belirttiği gibi bugün Beyazıt Sahaflar Çarşısı bu özelliklerini hemen hemen kaybetmiş ve daha çok ticari kaygıların baş gösterdiği bir mekan haline gelmiştir  maalesef…
 İstanbul’da sahafların daha çok  Beyoğlu ve Kadıköy de toplandığını görüyoruz. Özellikle Beyoğlu İstiklal Caddesi’ndeki Aslıhan Pasajı  birçok önemli sahafları bünyesinde barındırırken okuyucular ve özellikle eski kitapseverin çok rahat faydalanabileceği bir mekan olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada edebiyat, tarih, felsefe ve toplum-siyaset gibi alanlarda çok geniş kaynaklara ulaşmak gayet mümkündür. Eski kitap ve dergilerin yanında efemera  diye tarif edilen  Osmanlıca kitap ve belge, siyah – beyaz fotoğraflar, kartpostallar, eski filmler, taş plaklar ve film afişleri gibi eşyalar bizi karşılar ve kısa bir nostalji yaşamamıza vesile olurlar. Barış Kitabevi pasajın önemli sahaflarından olup uzun yıllar burada hizmet vermektedir. Aslıhan Pasajının üst katındaki sahaflardan birisi de emekli öğretmen olan ve çok geniş koleksiyonu bulunan  Sıtkı Altuner’e aittir. Narteks adlı bu sahafın misafiri eksik olmaz ve bazen de mevz-u bahisin siyasi konuşmalar olduğuna şahit olunur. İnsan ister istemez kulak misafiri olur; sizin sorduğunuz kitap veya yazar ismi konuşmayı bir  an böler ve sahaf sizinle gayet kibar bir şekilde ilgilenir. Sahafın bir başka özelliği de kitabın olup olmadığının cevaplanması; var ise hangi rafta olduğunu çok süratlice çıkarıp okuyucuya sunmasıdır. Aslıhan Pasajında bu sahaflar yanında Turcalibris, Sahaf Ayça gibi işin ehli sahaflar da mevcuttur. Ayrıca bu pasaj dışında Galatasaray Lisesi karşısındaki Sahaf  Simurg da meşhur bir sahaf olup kitap dostlarını beklemektedir. Sahaf  Simurg’un sahiplerinden İbrahim Yılmaz, okuyucunun istediği her kitabı biraz zaman da geçse bulabiliriz diyerek ne kadar iyi bir sahaf olduğunu da vurgulamış olur.
Beyoğlu’ndan sonra sahafların bolca görüldüğü ikinci adres Kadıköy’dür. Kadıköy’ün önemli pasajlarından olan Akmar Pasajı’nda son senelerde daha çok  popüler ve merkezi sınavlar ile ilgili kitaplar bulunur. Burada nadir de olsa eski kitaplar satan yerler de vardır. Akmar Pasajının hemen karşısında Sahaf Müteferrika’nın sahibi Lütfi Seymen (Sakallı Lütfi) mütevazı yerinde gelip geçenleri seyrederken kitaplarının yeni sahiplerini bekler. Sahaf Müteferrikadan biraz daha yukarıya çıktığınız da gerçekten iyi bir sahafa rastlarsınız. Burası İmge Sahaf’dır. El yazma eserler, Osmanlıca dergiler, çok değerli kaynaklar raflarda endamlı şekilde durur. Ancak bunları temin edebilmek için biraz kesenin ağzını açmak gerekir. Bazı eserlerin gereğinden fazla pahalı olduğunu da belirtmemiz gerekir. Ben şahsen burada fiyatını sorduğum bir kitabı başka bir sahaftan arada çok fazla fiyat farkıyla temin ettiğimi biliyorum. Kadıköy’ de esas sahafların bir araya geldiği mekan Kafkas Pasajıdır. Bahariye Caddesi üzerindeki bu pasajda çok değerli sahaflar vardır. Bunlardan biri edebiyat eleştirmeni Ömer Lekesiz’in sahibi olduğu Sahaf  Kebikeç’dir. Kitapların çoğunun Ömer Lekesiz’e ait olduğu bu mekan geniş edebiyat koleksiyonu ve özellikle de öykü kitaplarıyla dikkat çekmektedir. Ömer Lekesiz de bu pasaja ayrı bir hava katmaktadır açıkçası… Kitaplarını en ideal fiyatlarıyla okuyucusuna sunar. Kafkas Pasajı içindeki sahaflardan birisi de Şems Sahaftır. Burasının tarih, siyaset, din özellikle de tasavvufi kitaplar ile ilgili geniş bir yelpazesi vardır. Rengin Sahaf, PNR Sahaf pasajdaki diğer mühim  sahaflardandır. Sahaf Babil ve Sahaf Nigar Kadıköy’ün en iyi sahaflarından olup, burada ilginç kitaplar bulabilirsiniz. Bu sahaflar özellikle de tarih ve edebiyat alanlarında çok iyi eserlere sahiptir. İki sahafın ortak özelliklerinden biri de kedileriyle meşhur olmalarıdır.

sahafiye

           İnsan zaman zaman geçmişe yolculuk yapma ihtiyacını duyar kendinde… Geçmişe gidip tarihin ara sokaklarında dolaşmak, zamanın ruhunu duymaya çalışmak  ister. Sevdaların, aşkların, heyecanların, sevginin, kederin yaşandığı vakitlere alabildiğince   akıtmak ister kendini…
         Geçmişe yolculuğun mühim araçlarından  biridir kitaplar ve eski kitapların alınıp satıldığı­­-çok mu ticari oldu-mekanlar olan sahaflar. Suhuf; sahifeler, yapraklar manasına      gelir. Sahaf da kitap alımı ve satımı ile uğraşan kişidir.
          Eski kitapların bazı okuyucular için vazgeçilmez bir yanı vardır. Bu kitapların cazibesi önce o yıllanmış tatlı kağıt kokusuyla karşılar insanı… Daha sonra kitabın içerisinde başka okuyucular tarafından düşülen notlar, altı çizili satırlar, telefon numaraları, gazete köşe yazıları ve hatta fotoğraflar…
           İşte okuyucunun kısa bir nostalji yaşamasına vesile olan sahaflar… Sahaf dükkanından içeriye ilk adımınızı attığınızda kitapların üzerinize yığılacağını düşünürsünüz, kitaplar sizi adeta kendine çeker,dokunursunuz, hissedersiniz,kapağını inceleyip tozlarını elinizle yavaşça                  silersiniz ve işte o kitapla kaderiniz kesişir ve başlarsınız kitabın serüveni ile ilgili sorular sormaya: ‘’Acaba daha önce kimler eline aldı ve    okudu?’’, ‘’Nereleri gezdi ?’’, ’’Hangi masanın üzerinde okuyucusunu bekledi?’’ , ’’Hangi memleketin yağmurunda ıslandı?’’ , ’’Hangi araştırmalara kaynak oldu?’’
           Bütün bu duygu ve düşüncelerle bulunduğunuz sırada sahafın kedisiyle -gayet ürkütücüdür- karşılaşırsınız. Sanki bütün kitapların hikayesini bilir gibidir. Ardından bu kitapların bir nevi geçici sahipleri olan sahafla muhabbet etme ihtiyacı duyarsınız ve kitaplar, okuyucular, bazen ticari yakınmalar ve siyasi meseleler muhabbetinizin konusu olur. Zaten sahaflığın mesleğinin icrası muhabbetle mümkün olduğu konusunda yaygın bir kanaat vardır. Bu işi muhabbet ehli insanlar yapar. Onlar aynı zamanda kitapların olduğu kadar insanların da sarrafıdır. Hangi kitabın hangi okuyucunun hakkı olduğunu gayet iyi bilirler. Kitabı almaya imkanı olmayana da çok cüz’i fiyatlarla kitabı verirler. Ama kitaba layık olmayan insanlara  elinde bulunsa da vermezler. Kitabın raflarda layık olduğu okuyucuyu beklediğine inanırlar. Onlar bir nevi kitap ile okuyucusunun buluşmasına ev sahipliği yaparlar.
             Sahaflık aslında çor zanaattır. Hakiki bir sahaf olmak için 15 yıl çıraklık, 15 yıl da kalfalık dönemi geçirmeniz  gerekir aslında… Kitapları iyi tanımanız, dillerinden anlamanız lazımdır. Bir de ticari kaygıları bir yana bırakmanız gerekmektedir.
             Böyle sahaflar var mı peki?